Yıl
3001... Yeni geliştirilen bir yöntemle yapılan son araştırmalar, bindokuzyüzlü
yıllarda Anadolu’da çok ilginç bir uygarlığın varlığını ortaya
koydu. Bu uygarlığın böylesine geç ortaya çıkarılmasının nedenleri araştırılıyor.
Uzmanlar bu konuda çok farklı yorumlarda bulunuyor ve bir türlü ortak bir görüş
oluşturulamıyor. Bunun nedeninin belgelerle yapılanlar arasında karşılaşılan
uyumsuzluk olduğu ve o dönemde söylediğini yapmayan ve yaptığını yazıp
belgelemeyen bir toplumun yaşamış olduğu sanılıyor..
Bilindiği
gibi Anadolu’da yeralan ve yerleşik düzen kurarak yapılanmaya giden son
uygarlık kalıntısının Selçuklular dönemine ait olduğu sanılıyordu.
Daha sonra ortaya çıkan Osmanlı İmparatorluğu döneminde, bütün ilginin
Avrupa’ya doğru ilerleme ve bunu tamamen askeri bir kültür ile gerçekleştirme
çabası içinde oldukları, bu nedenle Anadolu’da kalıcı bir yapılaşmaya
girişilmediği biliniyor. Yine de belirsiz, açıklanmayı bekleyen birçok
soru olduğu konusunda bütün tarihçiler aynı görüşte birleşiyor. İslam
Halifeliğinin alınmasına karşın, Osmanlı’nın ilgisinin öncelikle Batı’ya
yönelik olması, başta kendileri olmak üzere, insanlığı tehdit edecek bazı
gelişmelerin (sanayileşme, dünyanın kaynaklarını yalnız kendi çıkarları
için tüketme gibi...) oluşumundan kuşkulanmaları olarak açıklanıyor.
Osmanlı dönemi sonrası petrol bölgelerine yakınlığı ve tarih boyunca
üç önemli kıtanın biraraya geldiği bölge olan Anadolu’ya Batının
ilgisi sürmüş ve bu bölgede bir yandan
kendi ülkelerinde bulunmayan güneşli sahillerde tatillerini geçirmişler,
diğer yandan, kendi çıkarlarına uygun bir yapılanmayı geliştirmişler; başta
tarım olmak üzere birçok konuda bağımlı bir siyaset izlenmesini sağlamışlardı.
Her ne kadar bazı kalıntılar, dönemin teknolojisine ait izler taşıyorsa
da, bunların azınlıkta olduğu, toplumun yapısını açıklamak için
yeterli veri oluşturmadığı görüşü egemen.
Bindokuzyüzlü
yıllarda, Anadolu’daki yapıların önemli bir kalıntısının günümüze
kalmaması, bu dönemle ilgili yaşam
ve yerleşim biçimini anlamayı güçleştiren en büyük etmen. Osmanlı
İmparatorluğunun sanayi devrimini dışlayarak, sanayileşmenin yarattığı kültürel
yabancılaşma olgusuna karşı göstermiş olduğu direnç, bugün hala bilim
adamlarını düşündürmeye devam ediyor. Ne var ki, Osmanlı İmparatorluğunun
son dönemlerinde ortaya çıkan karışıklıklar, İmparatorluğun çözülmesine
neden olmuştu. Bu durum, Avrupa’da başlayarak yayılan sanayileşme sonucu,
insanoğlunun tarihte benzeri görülemiş bir döneme girmiş olması olarak açıklanıyor.
Şöyle ki, sanayileşme önceleri üretim hızını arttırarak, bu akımın
meydana geldiği ülkelerde (özellikle Avrupa’da) yaşayan insanların aldıkları
payı arttırırken daha sonra bu süreç doyumsuz bir yapıya dönüşmüş ve
dünyadaki doğal ortamın yok edilmesiyle, canlılar başkalaşıma uğramıştı.
Bugünkü yaşantımızın kökeninde bu sürecin belirleyici olduğu konusunda
bütün bilim adamları aynı görüşü paylaşıyor.
Evet,
gelelim bindokuzyüzlü yıllara ait bulunan kalıntılara. Bu konuda araştırmalar
sürüyor. Şimdi sizlere, bugüne kadarki belirlemelere göre, uzmanların
yorumlarını özetlemek istiyorum.
1-
Önemli yapı yatırımlarında ön araştırmalar yapılarak, fizibilite
çalışmaları yapıldığı, bilgi ve teknolojiye duyulan kuşku nedeniyle, ön
çalışmaların özellikle uygulamaya konmadığı belirlenmiştir.
2-
Bu yatırımlarda teknoloji tercihinde de, kısa sürede gerçekleştirilebilecek
yöntemler yerine, acele etmeyen bir tavrın izlendiği görülmektedir.
3-
Konut yapımında, ikincidünya savaşı sonrasından kalma yapım yöntemlerinin
garantili yapım yöntemi olduğu sanılarak, körü körüne uygulandığı
belirlenmiştir.
4-
Konutların giderek kötüleştirilerek, kullanışsız yapılar yapma çabası
içinde oldukları, kendi yaşamlarını kolaylaştıracak gereçler geliştirmek
yerine, güçleştirdikleri anlaşılmaktadır.
5-
Genellikle uygulanan yapı tekniği, kullanılan malzeme cinsi açısından,
o dönemdeki teknolojiye benzemekle birlikte, çok önemli farklılıklar göstermektedir.
Teknik ve teknolojiyi umursamayan bu yaklaşımın bir cesaret işi olduğu ve
halkın gösterdiği direncin, tekniği körükörüne uygulamak yerine,
insanların kendibaşına yaşamaya düşkünlüğü olarak yorumlanıyor. Ülkede
boydan boya yeralan fay hattının varlığı, bu cesaretin bir diğer göstergesi
olarak değerlendirilmektedir.
6-
Diğer yandan, helaları kendi kültürlerine uyarlayarak, taharet musluğunu
icat ettikleri önemli bir buluş olarak karşımıza çıkmaktadır. Ne var ki,
bu muslukların bazan sağda, bazan da solda yapılmasının solaklara ne kadar
önem verdikleri kanısını uyandırmaktadır. Bu konuda, Bolu yöresinde
ortaya çıkarılan ve o dönemde Abant Oteli olarak anılan bir otelin üç
tadilat geçirdiği ve her üç tadilatta da taharet musluklarının solda yapılması,
otelin solaklar için yapıldığı kanısını da güçlendirmektedir. Öyle
ki, Anadolu’da o döneme ait birçok yapıda benzer uygulamaların varlığı,
uzmanlar tarafından solakların çoğunlukta olduğu ve
toplumdaki konumlarının güçlü olduğu biçiminde açıklanmaktadır.
Yapılan
araştırmalar sürmekte olup, bu
dönemde yaşayan toplumun sosyolojik yapısının açıklığa kavuşturulması,
bilim çevrelerinde merakla beklenmektedir.
Gelişmeler açıklandıkça kamuoyuna duyurulacaktır.