|
İstanbul’un
Projeleri
İstanbul
hiç şüphesiz Dünya’nın en “projeci” şehri. Şehir hiçbir planlama,
projelendirme ilkesine göre bir gelişme göstermezken, istisnasız bütün
ilgililer projelere tapıyorlar. Aynı konuda bazen daha bir proje bitmeden
yenisi hazırlanıyor. Kime sorsanız cevapları hazır: Deprem tehlikesi mi?
Projemiz hazır. Ulaşım sorunu mu? Projemiz hazır. Çevre sorunu mu? Projemiz
hazır...
Sanki
İstanbullular bir şehirde değil de kobay olarak bulundukları bir laboratuarda yaşıyorlar. Son zamanlarda İstanbul’daki üniversitelerin
döner sermayelerinin, mimarlık ve şehircilik bürolarının projelendirme
faaliyetleri asfalt, beton, demir gibi kendi başına bir üretim faaliyetine dönüşmüş
durumda. Nasıl Türkiye’de siyasal düzen temsili olma vasfını es geçip
“doğrudan demokrasi” aşamasına
geldiyse, şehircilik; mimarlık gibi uzmanlıklar da çoktandır “doğrudan
proje” aşamasındalar.
Projelendirme,
planlama gibi uzmanlıkların başkalarını ilgilendiren konular değil,
ayakkabı tamirciliği, marangozluk gibi zanaatlar olduğu konusunda başta
uzman kuruluşlar olmak üzere herkes hemfikir. Projeler bitiyor, ihaleler gerçekleşiyor,
ondan sonra ya inşaatlar başladıktan sonra ya da birkaç propaganda broşürü
veya gazete haberiyle bilgi sahibi oluyoruz.
Sanki
bu mülkler İstanbulluların değil de falanca genel müdürlüğün veya
kurumun kendi özel mülkleri. Bu yüzden bir taraftan kamu işlevlerinde bir değişimden sözederken, tepeden inmecilikle bir süreklilikten yanayız. Bu arada uzmanların da hakkını yememek
lazım: İstanbul’un en değerli sahillerinde, yeşil alanlarında yeralan
kamu mülklerinin, yapı kapitalinin ne hale geldiğini görmemek için uzmanların
proje yapmaktan kat kat fazla çaba sarfetmek zorunda kaldıklarını da kabul
etmek gerekiyor.
İstanbul’un
şehircilik projelerinde (‘zamanını şaşırma’ açısından) şaşmaz bir
süreklilik var. Bu nedenle İstanbul’un asıl sorunu bu şehirin ‘Dünya’nın
İncisi’ olduğunu her fırsatta söyleyen siyasetçilerin bu şehiri projeler
yaparak geliştirebileceklerini zannetmeleri. İstanbul bırakın gelişmeyi,
elindeki değerleri bile sektörler arası işbirliği, katılım ve şeffaflık
sağlanmayan projelerle sürekli yitiriyor. İstanbul’daki
kamu yatırımları ve şehircilik altyapısı projeleri hesap verebilirlik, şeffaflık
ve iletişim içinde tanımlandığı Dünya’da gelişen yeni siyasal değerler
içinde tepeden inme kamu yönetimi kavramının ne boyutlarda sorunlara yolaçtığını
gösteren arkaik örnekler.
Oysa
bu projelerin katılımcı bir yerel
deneyim içinde geliştirilmemesi için hiçbir
neden yok.
İstanbul’da
ise yerel gelişmeyi destekleyecek şehircilik yöntemleri ile işlevlendirilemeyen
projelerin neredeyse tamamının kötü yönetildiğini söyleyebiliriz. Galata
Köprüsü, Galata Kulesi, Feshane, Sütlüce Mezbahası, Kız Kulesi,
Binbirdirek Sarnıcı, Perşembe Pazarı, Eminönü ve Karaköy Meydanı
projeleri bu tip uygulamaların ilk akla gelen örnekleri...
Diğer tarafta da yıllardır bekleyen metruk endüstri yapılarının ne
olacağı da -fazlasıyla- meçhul. Bu belirsizlik yüzünden işlevini yitiren
endüstriyel yapı kapitalinin en önemli örnekleri ya yokedildi ya da kaderine
terkedildi. Yedikule Gazhanesi, Tank Bakım Atölyesi, Elektrik Fabrikası, Haliç
Tersanesi, İstinye Tersanesi, denizcilik altyapısı ile ilgili işlevini
yitirmiş antrepolar, rıhtımlar gibi tesisler hatta İstanbul’un kıyılarındaki
son yeşil alanları yıllardır ilgili kurumların kendi mülkleri gibi görülmekte.
Bugün yerel yönetimden merkezi yönetimin birimlerine ve özel sektör
kurumlarının, sivil toplum kuruluşlarının bu mülklere talip olduğu, hatta
projeler geliştirdikleri de gözlemleniyor. Ancak bu gelişmelerin ‘mülkü
bana verin, ben yapayım, ben kullanayım, ben işleteyim’ demekten öte
ne bir anlamı, ne de yerel kalkınmaya dönük bir potansiyeli var. Bugün
uygulanan proje geliştirme yöntemlerinin bu şehirin kamu işlevlerini tanımlama
kapasitesi olmadığı gibi proje geliştirme, finansman, işletme yöntemleri
konularında çok ciddi darboğazlar bulunuyor.
Kamusal
işlevler ve siyasal sorumluluk
Başka
şehirlerde bu işlevlerin nasıl tanımlandığına, projelerin nasıl geliştirildiğine
baktığımızda ilk olarak kültürün ‘joker
kağıdı’ gibi bir işlev olmadığını görüyoruz. Bu şehirlerde yapılan
projelerde dikkati çeken ilk şey bu tür projelerin bir mimarlık projesi
olarak biçimlendirilmeden önce kamu işlevlerinin şeffaf bir kurgulama
sürecinde geliştirilmesi. Yerel kamusal işlevler iletişim içinde tanımlanıyor,
siyasal yetkiler keyfi uygulamalara karşı katılımla sınırlandırılıyor,
yaratıcılık destekleniyor. Yerel siyasal otoritelerin ortaklıklarla
kendisini güçlendirmesi amaçlanıyor. Kamusal işlevlerin belirlenmesi,
altyapı kararları düzenli bilgi paylaşma mekanizmaları ile iletişim üzerine
kuruluyor. Proje geliştirme konularına temel teşkil edecek görüşler
kamuoyuna yansıtılıyor ve işlevler farklı kamu yararı kavramlarının tartışılabildiği
siyasal süreçlerde şekilleniyor. İstanbul’un da aynı gelişmeyi yaşaması
için sivil toplum kuruluşlarının, üniversitelerin, yerel yönetimlerin kendi çıkarlarının temsiline dayanan bu modelden artık vazgeçmeleri
ve farklı kamu yararı anlayışlarına temsil imkanı sağlayacak bir iletişim
alanı yaratmaları gerekiyor. Bu kuruluşlar içe kapanmak ve şehircilik
altyapısı ile ilgili projeleri birer “uzmanlık
faaliyeti” olarak göstermek yerine meşru
siyasal zeminlere taşımak, İstanbul’un kendi yerel kamu alanındaki dönüşümünü
demokratik yollarla tartışmak, projelerini yerel kalkınmayı destekleyecek
bir modele kavuşturmak, yaratıcılığı desteklemek, sorunları tanımlamak
ve başka deneyimlerle de köprülendirmek sorumluluğu ile bugün her zamandan
daha fazla karşı karşıyalar.
Detaylı
bilgi için insanyerlesimi@superonline.com
adresine yazabilirsiniz.
|
|